15 Mart 2014 Cumartesi

Halepçe katliamı ve ümmetin kurbanı Kürtler!



“Yukarıdan jetlerin gümbürtüleri, homurtu (sesleri) geliyor.
Her yeri ateş, duman ve sis içinde bırakıyor.
Aşağıdan ise çocukların çığlıkları, anne babaların
imdatları (sesleri) geliyor
Tarih yine kendini tekrarlıyor ; zamanlardan bir zaman gibi
Diyarbakır gibi, Palu, Genç , Ağrı ve Dersim gibi
Mahabat gibi, Berzan gibi…”

Halepçe mezalimini tarihi bir belgeye dönüşen şarkısında böyle tarif ediyordu Şivan Perwer ve gerçekten tarih Mart 1988’te Kürtler için tekerrür ediyordu. 20. Yüzyılın en büyük katliamlarından birinin kurbanıydılar yine. Halepçe’de binlerce Kürt için ferman verilmişti.

Bütün devletsiz halkların ortak kaderidir katliamlar ve soykırımlar. Sahipsiz ve savunmasız oldukları için topraklarında bile sürekli gözü dönmüş diktatörlerin hedefi olmuşlardır.
Modern ama barbarlığı günden güne artan dünyanın birçok yerinde onlarcası yaşadı, benzer soykırımları ve toplu katliamları...

Bu coğrafyadaysa Kürtler bu barbarlıktan nasibini fazlasıyla alan halkların başında geliyor. Maruz kaldıkları, katliamların ölümlerin karşı tarafında hiçbir zaman gayrimüslimler ya da uzaklardan gelen işgalciler yoktu.
Onlar yüzyıldan fazla bir süredir sadece komşu ve mensubu oldukları "ümmetin" kurbanı oldular.

Saddam Hüseyin ve halen etkisini, zulmünü devam ettiren Baas rejimi ve türevleri geçtiğimiz yüzyılda hiç durmadı. Etrafına ve halklarına sürekli savaş ve ölüm kustular. Halen bile Suriye’de küçük Saddam'ın yine kimyasal silahlarla bir delilik yapması an meselesi.

Mart 1988'te Saddam'ın cinayetleri zirve yaptı. Newroz'a sayılı günler kalmıştı. Halepçe'de diğer tüm Kürt kasabaları gibi baharı bekliyordu ancak nereden bileceklerdi ki Bağdat zorbasının onlar için büyük bir katliam planladığını. 16 Mart günü harekete geçtiler, zehirli gaz taşıyan uçaklar Halepçe kasabasına bombardıman düzenlendi.

İlk önce kokusu yayıldı, tıpkı elma gibi kokuyordu birazdan binlerce kişiyi katledecek o kimyasallar.  Sadece çocuklar değil büyükler bile anlamadı ne olduğunu.
İddiaya göre kokusu hoş olduğu için, havayı(ölümü) daha derin soluyormuş insanlar. Birkaç dakika içerisinde ölüm her yeri sarmaya başlamıştı.

Analar ve kucaklarındaki bebekler oldukları yere yığılıp kaldı. Halepçe kısa sürede bir açık hava mezarlığı olmuştu. Resmi rakamlara göre 5 bin ölü ve 7 bin yaralı vardı. Ancak Irak Savaşı'ndan sonra bölgeye giren yabancılar tarafından bu rakamın daha da büyük olduğu tespit edildi.

Dünya Mart 1988’te bihaberdi Halepçe’de olanlara. Ne büyük devletler ne müslüman ülkeler ne de komşular kılını kıpırdatmadı Halepçe için.

Gazeteci Ramazan Öztürk’ün tanıklığı ve çektiği fotoğraflar katliamın göz ardı edilmeyecek kadar büyük olduğunu herkese gösterdiğindeyse, artık her şey için çok geçti.

İnsanlık tarihinin en vahşi katliamlarından birisinin hem mağduru hem tanığı olan Kürtler’in çilesi kimyasal saldırıdan sonra da bitmedi. On binlercesi Türkiye sınırına yığıldı. Bir sonraki imtihanları açlık, soğuk ve zor hava koşullarıydı.

Katliamdan yıllar sonra da devam etti Halepçe’nin trajedisi, zehirli gazlar daha sonraki kuşakları da etkiledi. Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki'nin 4-5 katı olduğu iddiaları mevcut.

Böyle bir katliamın emrini verenlerin yanında, bir de bu katliama sessiz kalıp ortak olan İslam dünyası ve devletleri vardı. Halepçe’nin sokaklarında küçük çocuklar annelerinin kucağında oldukları yere yığılıp can verirken, Katar’da 53 İslam ülkesi toplantı halindeydi. Türkiye’yi dönemin kudretli cuntacısı Kenan Evren temsil ediyordu ve orada kimse Halepçe Katliamı’ndan bahsetmedi.

Haksızlıklar karşısında hep susan, kişisel menfaatlerini ön planda tuttukça da topraklarından kan gözyaşı ve ölümün hiç eksik olmadığı müslüman 53 ülke kör-sağır ve dilsiz şeytanı oynadı. Saddam’ın Halepçe’de Kürtler’e yaptığı vahşet karşısında.

O yüzden Mısırlı yazar Fehim Şinnavi’nin büyük bir iyimserlikle dediği gibi Kürtler ümmetin yetimleri değil olsa olsa kurbanıdır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye devleti yüz yıldır bunu ziyadesiyle kanıtladı.

twitter.com/normalgasteci
huseyinaladag.blogspot.com

13 Mart 2014 Perşembe

Ahmet Kaya gerçekten o şarkıların böyle yorumlanmasını ister miydi?

 
Ahmet Kaya'ya dair ne varsa bu ülkede halen çok ilgi görüyor. Hayatı gibi sanatı da zirvedeyken yarım kaldığı için, sanırım yarım kalan her güzel şey gibi sonsuza dek o tılsımını koruyacak, devam ettirecek.

Belki de bu yüzden sevenleri onun yeniden yorumlanan şarkılarını bile dört gözle bekliyor. İçinde Ahmet Kaya geçen her şey heyecan yaratıyor.

Ahmet Kaya'nın ölümünün ardından birçok albümü çıktı daha önce okuduğu ve albümlerine almadığı şarkıları değerlendirildi. Bir de 2002 yılında "Dinle Sevgili Ülkem" adlı bir saygı albümü yapıldı. Bazı şarkıları yeniden yorumlandı.

O günün şartlarında Ahmet Kaya halen yasaklı olduğu için oldukça aykırı ve cesur bir çalışmaydı. Albümde yer alan sanatçılar da çok fazla değişikliğe gitmeden eserleri Ahmet Kaya'nın tarzında yorumlamışlardı.

Şimdi son yılların modasına Gülten Kaya'da uydu. Ahmet Kaya'nın bazı şarkılarını popüler isimlere okutup bir başka saygı albümüne imza attı.

“Ahmet Kaya böyle olmasını isterdi” empatisiyle, tarzları Ahmet Kaya'nın müziğine oldukça uzak olan 23 sanatçı Kaya'nın 23 parçasını tekrar yorumladı.

Albümde ağırlıklı olarak rock grupları var, sanatçılar okuyacakları şarkıları kendileri seçmiş ve düzenlemelerle yorumlara hiç karışılmamış.

Bu yüzden ortaya Ahmet Kaya'nın şarkılarından ziyade, sözleri aynı olan yeni parçalar çıkmış. Sanatçılar ve yorumladıkları şarkılar üzerinden yorum yapmak istemiyorum ama dürüst davranmak gerekirse bazı eserler tanınmayacak hale gelmiş.

Ahmet Kaya'nın şarkılarında sadece söz ve müzik yoktur. Devrim, mücadele ve başkaldırı vardır. Sesiyle, şiirleriyle bazı kelimelere yaptığı özel vurgularla bunu tüm albümlerinde hissetirir.

Ancak bu albümde söylenen şarkıların sanki içi boşalmış, yıllarca kitleleri ayağa kaldıran haklarında davalar açılan o yasaklı şarkılar salt birer aşk parçasına dönüşmüş.

Çoğu Beyoğlu kafelerinde çalınan popüler parçaları andırıyor. Özgün müzikten eser kalmamış. İnsan bu albümü dinledikten sonra ilginç bir şekilde hemen aynı şarkıları bir daha Ahmet Kaya’dan dinleme isteği hissediyor.

Ben bir müzik eleştirmeni değilim ama çok iyi bir Ahmet Kaya dinleyici olarak söylemek isterimki, "bir eksiğiz" albümü Ahmet Kaya'nın kadim dinleyicilerine çok yabancı kalmış.  

Eserlerini ona dar gelen kalıplara sıkıştırmış.
Bunun yerine belki onu yeni tanımaya başlayan genç popüler müzik dinleyicileri için ilginç bir deneyim olabilir. Bundan fazlasını beklemek ve “Ahmet Kaya böyle olmasını isterdi” demek bence haksızlık olur.

twitter.com/normalgasteci