22 Mayıs 2015 Cuma

Kürtçe Müzik çöplüğü!



Yasaklı, zor zamanların ekmeği suyuydu Kürtçe klamlar, stranlar. Bir dengbejin klamı ya da Şivan gibi bir sanatçının sesini duymak, o günlerde büyük bir ayrıcalık sayılırdı.

Baskılar, yasaklar artıkça Kürtçe üzerindeki faşizm büyüdükçe sanki daha bir güzel oluyor, daha bir değerleniyordu Kürtçe müzikler.

Türkçe söyleyen Kürt kökenli bir şarkıcının türkülerinin arasına sıkıştırdığı tek bir Kürtçe kelime bile büyük heyecan yaratıyordu.

Evin yüksek bir yerine konulan radyonun başında toplanıp Erivan'dan Elegez'den gelen o Kürdi sesi ve nağmeyi duymanın verdiği güzelliği kim unutabilir, bunu yaşayıp tadı damağında kalmayan var mı?

Yasaklar, baskılar, inkar ve imha adeta Kürtçe müziği bir başka güzel yapmıştı. Belki de bu yüzden müziği sadece yeteneği olan, bu uğurda her şeyi göze alanlar yapıyordu.

Zaten çoğu sürgündü, politik olarak fişlenmişti,yasaklanmıştı. Şivan Perwer şüphesiz bu dönemin en büyük simgelerinden biriydi.

Kürtçe şarkıların yasaklı olduğu, o uzun ve zor yılların efsane sanatçısıydı Şivan Perwer. Kürtler arasında şarkıları kadar ismi de saygıyla anılırdı. Kürt Müziği denince listenin ilk sırasında hep o vardı.

Yıllar geçtikçe ve sürgün uzadıkça Şivan'ın yaptığı eserlerde giderek anlam kazanıyordu. Örneğin Halepçe mezalimini hiçbir tarih, hiçbir vicdan ondan daha dokunaklı daha iyi anlatamaz.



"Mıhemedo" sadece bir şarkı değildir 30 yıllık bir savaşın nağmelere sözlere işlenmiş kısa bir hikayesidir. Cegerxun'un "Kine em" şiiri onun sayesinde inkar ve imhaya karşı milyonlara ulaşan bir manifestoya dönüştü.

Şakiro'nun bir köy evinde sıradan bir teybin başında söyleyip kayda aldığı klamının kalitesini, bugün kendisine sanatçı diyen çoğu kişi modern stüdyolarda, teknolojik kayıtlara rağmen yakalayamıyor.

 Dengbejler, Ayşe Şan, Şehribana Kurdi, Aram Tigran hemen her evde sözleri, nağmeleri yankılanan isimlerin başında geliyordu.

90’lı yıllarda MKM'nin çalışmaları, verdiği eğitim ve Med Tv yayınlarıyla birlikte, yeni nesil Kürt şarkıcılar ortaya çıkmaya başladı.

Hepsi aynı kalibrede olmasa da yaptıkları müzik ve politik atmosfer çoğunu hatırı sayılır bir kitleye ulaştırdı. Siyasi mesajları ve şarkı sözleri müzikalitelerinin eksikliklerini kamufle ediyordu.

2000'lerden sonra Kürtçe müzik ve Kürtçe söyleyen kişi sayısı giderek çoğalırken aynı şekilde yapılan müzik de giderek kalitesizleşiyordu.

Politik nedenler, ambargolar, aforozlar ve küstürülmeleri nedeniyle Şivan gibi pek çok kişi vitrinden çekilince sahne düğün şarkıcılarına kaldı.

Kürtçe tv serbestisi sonrası ve günümüzde uydu aracılığıyla bal-tencere-tabak satmak için açılan kanallarla birlikte Kürtçe müzik adı verilen büyük bir çöplük oluştu.

Cebinde 3 bin lirası olan tüm düğün şarkıcıları klip çekip yayınlamaya başladı. "Were were" "here here" "xezal delal" "çawreş" kelimelerinden geçilmeyen şarkı sözleriyle neredeyse bir istila ve işgal başladı.

Aynı kameraman ve yönetmenin elinden çıkan, çoğunlukla şarkı söyleyenin yürüdüğü, halay çektiği hoplayıp zıpladığı yada bir kızın fotoğrafına baktığı klipler mantar gibi türemeye ve günün her saati yayınlanmaya başlandı.

Bunlar içerisinde en kötüsüyse bana göre, dinleyeni Kürtçe müzikten soğutan o şarkılarının kliplerine, alakasız bir şekilde politik figürler yerleştirenler.

Birçok klipte Ahmet Kaya, Yılmaz Güney hatta Deniz Gezmiş ve Che'nin fotoları kullanılıyor. Sanatçımız bize lazım olan mesajını da verip,herhalde boş olmadığını göstermeye çalışıyor.

Tabi hepsine haksızlık etmeyelim aralarında alkışı hak edenler de var ama bu çöp yığını arasında maalesef görünmez oluyorlar. Ya da bu şaklabanlar yüzünden onlara sıra gelmiyor.

Zaten bu iş para kazandırmaya başlamış olmalı ki, zamanında Türkçe müziği Kürtçe'ye tercih edip Kral TV'nin kapılarında heykel olanlar bile, bu TV'lerde boy gösterip Kürtçe şarkı söylemeye başlamışlar.


İşin bir başka kötü tarafı da sınırlı sayıdaki Kürtçe müziklerin, klamların, stranların bunlar tarafından yeniden yorumlanmasıdır. Bunu önleyecek hiçbir mekanizma ve yaptırım olmadığı için, maalesef o güzelim şarkılar da adeta katlediliyor.

İnsan o yüzden yasaklı zamanların o kıymetli ve sadece yetenekleri olanın yaptığı Kürtçe müziği arıyor.





2 Şubat 2015 Pazartesi

Peşmergenin gözleri





Celladının kirli parmakları kafasının üzerindeydi, son anlarıydı. Ölüme saniyeler kalmıştı ve o anda kendisini çeken cellatlarının objektifine bakıyordu peşmerge.  

Gözlerinde korkunun zerresi yoktu, öfke de yoktu, sanki biraz sitem vardı. Dünyaya insanlığa ve en önemlisi tüm Kürtlere, Kürdistan'a bakıyordu.

Hucam Surçi yoksulluğun ve yokluğun hüküm sürdüğü bir evde yaşayan 12 çocuğun babasıydı, askerdi daha doğrusu peşmergeydi. Düşmanların,  zorbaların, zalimlerin etrafından hiç eksik olmadığı vatanında, ölüme en önde giden yani.

Terör örgütü IŞİD'in Musul'u işgali sırasında pusuya düşürülerek esir alınmıştı, 6 aydır ailesinden, evinden çocuklarından ayrıydı. Vahşetin her türlüsüne imza atan bir barbar sürüsünün elinde tutsaktı.

Başur'da ve en son Kobani'de büyük darbeler alan ve Musul'a sıkışan IŞİD yine en iyi bildiği yönteme başvurarak, elindeki savunmasız esirleri infaz ediyordu. Son Kurban Hucam Surçi'ydi.
12 çocuk babası peşmergeyi katletmeden önce fotoğrafını çeken IŞİD canileri farkında değildi ama o anlarda gören bütün herkesin yüreğine ateş düşüren, öfkelendiren özellikle Kürtleri daha da hırslandıran tarihi bir kareyi çekiyorlardı. O peşmergeyi tarihe, kalplere, hafızalara kazıyan bir kareydi o an.

Hucam Surçi'nin yürek yakan gözleri...

Sanki o gözler Kürtlerin tüm hikayesinin resmiydi. Haksızlığa zorbalığa uğramış ve tüm insanlığın, dünyanın seyirci kaldığı bir hikaye vardı o gözlerde. Halepçe vardı, Enfal vardı, Şengal, Kobani, Roboski vardı.

Belki de bu yüzden Kürtler arasında büyük bir hüzne neden oldu. Aynı şekilde IŞİD'e karşı da büyük bir öfkeye dönüştü.

Olayın kahredici diğer bir tarafıysa kafasının üzerindeki kirli parmakların sahibi cellat da bir Kürttü... Aynı şekilde IŞİD'in Musul'u ele geçirmesi sonrası örgüte katılmışlardı.

Daha önce IŞİD'li kardeşleri peşmerge tarafından öldürülmüştü, gelen bilgilere göre o ve yanındaki kıvırcık saçlı militan işlediği vahşi cinayetten kısa bir süre sonra  bir çatışmada vurularak öldürüldü. Gözleriyle bir halkın yüreğine ateş düşüren peşmergenin kanı yerde kalmadı.

Ancak intikamı alınmasına rağmen bu kimseye teselli olmadı. Çünkü bu kadar hazin bir hikayenin, bu kadar şehidin bu kadar ateş düşen ocağın, her gün onlarca evladını toprağa veren bu halkın artık tek bir tesellisi olabilir, bağımsız özgür bir ülke.

Kimse bu konuda en ufak bir tereddüde düşmemeli, Irak Kürdistan'ında, dökülen bunca kandan ve yaşanan bu vahşetten sonra Kürtleri koruyacak tek şey özgür bağımsız kendi ülkeleridir.

Aylardır devam eden savaşta ABD'nin Irak'a yaptığı askeri yardımın sadece yüzde 10'u Kürtlere yapılıyor. Gelen mayına dayanıklı 250 araçtan sadece 25'i Kürtlere veriliyor. Peki savaşın ağırlığı kimin omuzlarında, IŞİD en çok kiminle savaşıyor, tabi ki Kürtler’le. Dile kolay sadece Başur’da bin 500 km'lik bir alanda büyük bir savaş var Kürtler’le bu çeteler arasında.

Kısacası o topraklarda uzun zamanlar boyunca Kürtleri, Kürtler’den başka kimse koruyamaz. Herkes aklını başına almalı, her tarafı parçalanmış oluk oluk kan akan bu yerlerde amaç "demokratik Suriyeler, demokratik Iraklar" değil, önce Başur'un özgürlüğü ve bağımsızlığı olmalı. 

Bu hem oradaki liderlerin partilerin görevidir hem de diğer parçadakilerin. Kürtleri orada güvende tutacak bağımsız, özgür ve güçlü bir Kürdistan'a ihtiyaç var.

O yüzden celladının bıçağı altında bile korkunun zerresini hissetmeyen ama can yakan büyük bir sitem taşıyan bu gözler, sana bakıyor Kürdistan!