6 Ağustos 2013 Salı

" Makyajlı Kadına Şiddete Son" Projeleri Ne İşe Yarıyor?

                    

Önce dans edip göbek attılar sonra birbirinden ünlü sanatçılara "nasıl dayak yemişlerdi" makyajı yaptılar. Duyarlı sivil toplum, duyarlı aile bakanlığı, duyarlı belediyeler ve duyarlı medya işbaşında. Şiddet gören Kadınlar, sevgililer, eski eşler hiç merak etmeyin dişinizi biraz sıkın, yakında kadına şiddet bitecek, sabır biraz daha sabır, kampanyamız ne kadar çok haber olursa dayak yememe şansınız o kadar artacak...

"kadına şiddete son" diye ortaya atılan anlamsız ve işe yaramaz popülist kampanyalardan gına geldi. Neredeyse "dayak yeme makyajı" yapılmayan sanatçı-oyuncu kalmadı, tuhaf tuhaf sloganlar ve fotoğraflarla yıllardır aynı şeyi ısıtıp ısıtıp, bize bu konuda ne kadar duyarlı ve şefkatli olduklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Ama her ne hikmetse o şiddet olduğu yerde duruyor.


Birisi de çıkıp demiyor, aslında sizler o çaresiz kadınlar için hiçbir şey yapmıyorsunuz, sadece medyanın ilgisini çekecek, haber olacak adı kampanya olan ancak kendisi popülist bir hareketten öte geçemeyen icraatlara imza atıp ortalıkta dolanıyorsunuz.


Bunun yerine aslında yapılacak daha basit ve daha kolay şeyler var, sizlerin baskısıyla devletin, yargının yapacağı şeyler.

Kadınlara yönelik şiddettin bitmesi için öncellikle insanın varoluşundan beri tercih edilen en basit yöntem uygulanmalı, ağır ve caydırıcı cezalar verilse acaba kaç erkek o kadınlara böyle kolay el kaldırabilir?

Sonra kadınların gördükleri şiddete karşı çıkmasını kolaylaştıracak, isyan edip gitmelerini sağlayacak imkanlar sunulsa, sığınacakları ve yaşayacakları evler olsa acaba kaç kadın dayak yediği adama mecbur kalır? Sığınmaevi derken 3 kişinin aynı yatakta yattığı yerlerden bahsetmiyorum.



Sonra hepimiz şapkamızı önümüze koyup biraz düşüneceğiz. Bu toplum, bu ülke ve aileler kadınına-kızına-annesine ve sevdiğine karşı bu kadar acımasız erkekleri nasıl yetiştiriyor? Hiç acımadan "ya benimsin ya da toprağın" mantığıyla cinayet işleyenler bu gücü bu cüreti nereden buluyor diye soracağız?

Yoksa Hülya Avşar'a, Burcu Esmersoya'a "dayak yemiş kadın" makyajı yapıp Mehmet Turgut'a fotoğraf çektirmekle sadece kadına şiddeti medyaya günü kurtaran bir haber malzemesi yaparsınız, Allah aşkına bu ve benzeri kampanyaların sonucunda hayatı değişen şiddet mağduru bir kadına rastlayan var mı? Tek bir kişi bile kurtarıldı mı bu yöntemle? 


Dediğim gibi bu projelere imza atanlar kadına şiddeti nasıl önlerim derdinde değil aslında, acaba hangi kampanyayla daha çok ses getiririm daha çok medyaya haber olurum derdinde... 

Bu gidişle önümüzdeki 8 Mart'ta, 8 kadın yetmeyecek, "ses getirecek, çarpıcı, ağzı burnu dağılmış, mağdur kadın makyajı" için daha çok sanatçı bulmanız gerekecek... 

twitter.com/normalgasteci

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Kafası karışık Feridun Düzağaç ve Ahmet Kaya!

Kim bu ülkede "Türküm demekten korkar oldum" derse bilin ki yalan söylüyordur. Bu ülkede çok saçma şeyler suç oldu, cezalandırıldı ama Türk olmak onlardan birisi değildi.
 
"Ne Mutlu Türküm Diyene" dediğiniz anda bu ülkenin etnik dini nedenlerden kaynaklanan birçok kronik sıkıntılarından muaf tutuluyordunuz.
 
O sihirli cümle sayesinde bu ülkede, bazı Kürtler  bakan, başbakan, işadamı, sanatçı oldu ama Kürt olamadı. Kürt olmak için kıpırdadıkları an Şerafettin Elçi gibi bakanlıktan alınıp cezaevine gönderildiler. Ahmet Kaya gibi linç edildiler.
 
Bildiğiniz bu şeyleri hatırlatmamın nedeni Feridün Düzağaç'ın birkaç hafta arayla yaptığı açıklamalar. Bohem ve kendine has bir tarzı olan Düzağaç önce Balçiçek İlter'in programında şaşırtan bir açıklama yaptı.
 
"Türküm demekten korkar oldum" dedi. Aslında özgür ve demokratik bir ülkede bu sözün şaşılacak bir tarafı yok ancak barış sürecinin start aldığı bir dönemde bu söz başka anlamlara geliyordu.
 
"Türküm demekten korkar oldum" cümlesi şimdilerde bir avuç olmalarına rağmen organize olup Akil İnsanlar'a saldıran, toplantılarını provoke eden, barış sürecine karşı çıkan, PKK'nin sınır dışına çekilmesi gibi Türkiye'nin menfaatine olan bir olayda bile buzağı arayanların sloganı.
Feridün Düzağaç belki onlarla aynı fikirde değildi ama söylediği o cümlenin başka bir anlamı da yoktu.

 Sırf "Türküm" dediği için cezalandırılan, rütbesi sökülen, işi elinden alınan hayatı altüst edilen kaç kişi var? Bu duruma düşen bedbahtları tanıyan var mı?
Feridun Düzağaç gelen tepkiler sonrası Gaziantep Üniversitesi'nin 40'ıncı yıldönümü kutlamalarında bir açıklama daha yapma gereği duydu.
 
"2005 yılında Ahmet Kaya'nın 'Dinle sevgili ülkem' albümünde yer aldığımda 'beni vatan haini' olarak suçlayanlar o gün benden 'Türk Milliyetçisi' yapmaya çalıştılar." dedi.
 
Feridün Düzağaç'ın bu sözlerine katılmamak elde değil ama sonrasında söyledikleri bir endişeden daha çok bir kafa karışıklığını işaret ediyor.
 
"Ben bu ülkenin artık savaşlar ile kan kaybetmesini istemiyorum. Büyük bir çoğunluk çözüm sürecine karşı değil ama süreçten sonra ne olması gerektiğini bilmek istiyor. "
Barış süreci başladığından beri en sık duyduğumuz cümlelerden birisi de bu; "Barış süreci iyi de sonra ne olacak?"
 
Yıllarca savaşın sonucunu merak etmeyenler, ülkenin binlerce kilometrelik toprağına mayın döşenip eski Kamboçya'ya çevrilmesine ses çıkarmayanlar, PKK'nin sınır dışına çekildiği bir barış sürecinin sonucunu acaba neden bu kadar çok merak ediyor? Barışın savaştan daha çok şey kaybettireceğini düşünmek mantıklıysa o zaman sorun yok.  

Örneğin bu savaşta daha çok kayıp veren Kürtler neden bu soruyu sormuyor? Kürtler'e Firdevs cennetleri mi vaat edildi?
 
Feridün Düzağaç'ın "Türküm demekten korkar oldum" sözlerini duyduğum anda. "Aha dedim barış yolunda bir kayıp daha verdik" ama yeni açıklamaları gösterdiki süreç karşıtı değilmiş sadece kafası biraz karışık.
 
O kafakarışıklığını gidermek, aslında o kadar da zor değil. Örneğin Ferdün Düzağaç hiç durup düşündü mü?
 
2005 yılında Ahmet Kaya şarkısı okuduğu için neden "vatan haini" ilan edildi ya da şarkısını okuduğu o adam neden bu ülkeyi terketmek zorunda kalmıştı?
 
Ahmet Kaya o gece, sanatçıları, gazetecileri, yazarları ve bu ülkenin kendisi gibi ünlü isimlerini kızdıracak nasıl bir günah işlemişti? "Türküm" dediği için linç edilip sürgüne gönderilmediğine hepimiz şahidiz....
 

twitter.com/normalgasteci

Uludere'den Reyhanlı'ya televizyon haberciliği!

 


Öğrendiğimde olayın üzerinden saatler geçmişti. Karlı dağların, kayalıkların içinden çıkarılıp katırlarla getirilen cesetler çoktan soğumuştu. Hatta o kadar zaman geçmişti ki insanların ağlamaktan sesi kısılmıştı.
 
Bir traktörün römorkörünü tıka basa dolduracak kadar ceset üst üste yığılmıştı. Bir mahşer yeriydi orası, gerçek olmayacak kadar kötü ve vicdanları emip süngere çevirecek kadar acımasız bir olaydı Uludere ölüleri.
 
Birkaç saat içinde tüm dünya duydu o katliamı, fotoğrafları görüntüleri internet sayesinde uzaya ulaştı ama sen o katliamın üzerinden saatler geçmesine rağmen gözünü sımsıkı kapatmaya devam ettin.
 
Haber merkezlerinde ıkına ıkına Tsk.gov.tr'den gelecek "bunlar külliyen yalandır" açıklamasını bekledin.
Böyle tam 18 saat geçti. Resmi ağızların bıdı bıdısından sonra nihayet özenle seçilmiş, montajla tüm ürpertisi alınmış görüntülerle "Uludere'de 34 kişi hayatını kaybetti olay operasyon kazası" diyebildin.
 
O günden bu güne pek bir şey değişmedi aslında, yine bir katliamla sınanıyorsun. Uludere'den Reyhanlı'ya...
Ancak bu kez hükümet yargı ve RTÜK senin imdadına çabuk yetişti. Zaten gidip, görüp, yazmak istemediğin Reyhanlı katliamı için yasak kararı verdi.
 
Gerçekten yasak olmasa ne diyecektin? Ajansın geçtiği görüntüyü, muhabirin verdiği bilgiyi, yaptığı tüm röportajları olduğu gibi verebilecek miydin?
 
Sakın "basın özgürlüğü, haber alma hakkı" efsanesinden bahsetme, sen onları zaten uzun süredir gönüllü ipotek ettirmiştin. Şimdi "yasak var o yüzden yazamıyoruz, görüntü veremiyoruz " yalanına sığınma.
 
Bugün bir savcının isteğiyle, bir mahkemenin kararıyla, milyon liralar verip RTÜK'ten HD yayın için  frekans aldığın televizyonunda, 50'den fazla insanın öldüğü bir katliamın haberini veremiyorsan suç senden başkasında değil.
 
Çünkü hiç itiraz etmiyorsun, onca avukatına ve geniş imkanına rağmen "ben bu kararı tanımıyorum bu haberi vermek zorundayım" diyerek o mahkeme kararlarını mahkemelere taşımıyorsun. İtaat ediyorsun sadece.
 
Adın haber kanalı ama ülkenin siyasilerinin "cumhuriyet tarihimizin en kanlı saldırısı" dediği olayı veremiyorsun.
Her neyse daha fazla uzatmaya gerek yok. Türkiye'de televizyon haberciliği zaten toptan yasaklanmalı.
 
Bazı haberleri sen gönüllü sansürleyip vermiyorsun, bazılarını da devlet vermeni istemiyor geriye ne kaldı?
 
En iyisi mi sen bültenlerine bol bol "yaza hazırlık, selülitlere-kilolara son" haberleri yap. Riski yok reytingi bol.
Bu aralar vatandaşın yine-yeniden-bir kez daha  merak ettiği en önemli şey bu, malum önümüz yaz...
 

twitter.com/normalgasteci